Köşe Yazısı: Gökçeada'dan Hikayeler



 Bu hayata geldiğimiz ilk günü hatırlamayız hiçbirimiz. İlk kelimelerimizi çıkarmak için ne kadar emek harcadığımızı, o ilk adımı atmak için gücü içimizde nasıl bulduğumuzu anımsamayız. Bu yüzden kendimizi bazen çok güçsüz hissederiz. Eğer hayatımızı bir grafik üzerinden izleme fırsatımız olsaydı, muhtemelen kendimizle çok daha fazla gurur duyardık. Kendi başımıza yola çıktığımız ilk gün, o ilk adımımızı atmaya başladığımız günkü kadar kararlı ve cesurduk mesela. Hayatın tadını o ilk dondurmamızı yediğimiz günkü kadar çıkarabilirdik.

Gökçeada da yediğim o ilk Laz Böreğini, diğer adıyla Galaktoboureko’yu yerken hayatın tadına yeniden vardım ben mesela. Oğlakların arasında yürürken ve patika boyunca uzanan makiler arasında gezinirken, yeniden içimde bir şeyler kıpırdandı. Mavi yusufçuk böcekleri başımın üzerinde uçuşurken, kulağıma cırcır böceklerinin yaza veda şarkısı çalınırken ben yeniden kendim oldum.

Dereköy’de yıkıntılar arasından denize bakarken, darmadağın olmuş hayatımın nasıl da maviliklere gebe olduğunu anladığımda, ben yeniden çok güçlü hissettim kendimi. Üzerimde salaş kıyafetlerimle yürürken yolları, yanımızda duran bir arabanın bizi gideceğimiz yere götürme teklifiyle yeniden insanlığa hayran oldum. Hikayeler dinledim adanın yerlilerinden, yol boyunca yine adaçayının o eşsiz kokuları okşarken ruhumu. 



Ne gelecekteydim ne geçmişte, ikisini aynı anda o eski evlerin dilinden dinlerken buldum kendimi. Ahşaptan el yapımı ranzalarda uyuyan insanların, o duvarlara ağır yaşamlar sığdırmış Rumların ve yuvalarından mübadele zamanı sürülen tüm insanların seslerini işittim, yıkıntılar arasında. Yırtılmış perdelere yazılmıştı sanki hikayeleri, kalbinizde ağır sızı bırakıveriyordu işte. Sonra kendinize dönüyor ve sıcacık yuvanızı düşlüyordunuz buruk bir şekilde.

Tepeköy’de taverna müzikleri eşliğinde dans eden insanları görünce, bir anda içiniz neşe doluveriyor ve herkesle selamlaşıp yürüyebilmenin mutluluğuna kapılıyordunuz. “Eser Manav Eser Mustafa” yazılı bankları görünce; Eserekli bir Mustafa’nın vakti zamanında burada sattığı taze meyveleri düşünürken, yüzünüzde bir tebessüm beliriyordu. Hikayeler yazıyordunuz adanın her köşesinde gezinirken, onca yaşanmışlığı hissedince.

Eve dönüş yolu nihayet geldiğinde, üzerimizde lavantaların ve denizin bıraktığı kokularla, Kuzu Liman’dan Merkeze dönerken cebimizde türlü türlü hikayelerle dönüyorduk. Aklımızda Tepeköy’e varmadan hemen evvel, yanlışlıkla yolumuzun düştüğü Pınar Başı Çınaraltı Seyir Terası geliyordu. Yine orada fotoğraf çekimlerinden para kazanan, emekçi oğlakları düşünüp bir kahkaha atıyorduk. Kısacası Gökçeada hep sizinle geliyordu, bir tarafınız hep orada kalıyordu…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yazmak Zehirler Mi?

Belirsizlikten Siz de Sıkıldınız Mı?